Sürdürülebilirlik Kavramının Yolculuğu

18. yüzyılda sanayinin yükselişiyle birlikte dünyanın gündeminde en üst sıralarda kendine yer bulan kalkınma kavramı, artan üretim ve tüketim ihtiyaçlarını beraberinde getirdi. Bu ihtiyaçlar zaman içerisinde “sınır gözetmeyen” bir şekilde doğal ve insan kaynaklarının tüketilmesine yönelik bir yaklaşımın yaygınlaşmasına neden oldu. Bu yaklaşımsa gittikçe artan bir şekilde eleştirildi. Eleştiriler, 1970’lerin politik atmosferiyle de birlikte, tüm dünyada kalkınma ve doğal çevre arasında bir denge kurma ihtiyacını tetikledi. Tüm bu gelişmeler sürdürülebilirlik kavramının gündeme gelmesine zemin hazırladı. 1970’lerden sonra kalkınma kavramı, sürdürülebilirlik kavramıyla birlikte anılmaya başlanacak ve sürdürülebilirlik kavramı dünya üzerinde birçok kuruluş tarafından sahiplenilecekti. Birleşmiş Milletler ise bu kuruluşların başında geliyor (Caradonna, 2014).

İlk kez 1987’de Birleşmiş Milletler’in Brundtland Raporu ismini verdiği raporunda bugünkü anlamıyla yer verilen sürdürülebilirlik kavramı, başlangıçta sürdürülebilir kalkınmayla özdeş bir şekilde kullanılıyor ve “Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma” olarak tanımlanıyor.

Sürdürülebilirlik kavramının bugün kullandığımız ve Brundtland raporunda yer verilen tanımına ulaşması öncesinde ilk önemli kırılma ise, “Büyümenin Sınırları” başlıklı rapor olarak gösteriliyor. 1972’de Roma Kulübü tarafından kaleme alınan raporda, ekonomi ve doğal çevre arasındaki ilişkinin bir bağımlılık ilişkisi olduğuna dikkat çekiliyor ve kalkınmanın doğa üzerinde gerçekleştirdiği tahribata dair verilere yer veriliyor. Bu raporun ardından 1972’de Stockholm’de düzenlenen, “Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı” (United Nations Conference on the Human Environment) ise sürdürülebilir kalkınma kavramına çevre ve kalkınma ilişkisi çerçevesinde yer veren evrensel boyutta ilk etkinlik oluyor. Konferansta, gelişmiş ülkelerde sanayileşmenin ortaya çıkardığı çevresel problemler ve bu problemlerin kalkınma üzerindeki etkisi, gelişmekte olan ülkelerin özgün durumları ve bu sorunlara çözümler üretmek üzerine tartışmalar yapılıyor. Bu konferanstan sonra da Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kuruluyor (SKD Türkiye, 2017).

Bu öncü etkinliklerin sonrasında “BM İnsan Yerleşim Konferansı – Habitat I” gerçekleştiriliyor, BM Çevre Programı tarafından “Dünya Koruma Stratejisi” yayınlanıyor, 1983 yılında “Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu” kuruluyor, 1987 yılında ise Brutland raporunun yayınlanmasıyla birlikte de sürdürülebilirlik kavramı gerçek anlamda yaygınlaşıyor.

Sürdürülebilirlik kavramına dair bir diğer önemli kırılma ise kavramın yalnızca çevreyle sınırlı olmadığı, diğer birçok alanda da yansımasının olduğunun tartışılmasıyla gerçekleşiyor. Bu tartışmaların yaygınlaşmasının başlangıç noktası olarak ise 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde, 1992 Rio Konferansı olarak da bilinen “Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı”nın gerçekleşmesi gösteriliyor. Bu konferans sonucunda Gündem 21 adında, katılımcıların gönüllü bir şekilde uygulaması öngörülen bir eylem planı açıklanıyor ve BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi – UNCDB ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği ve Çevre Sözleşmesi – UNFCCC ortaya çıkıyor. Bu tarihten sonra 1995 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de BM tarafından “Nüfus ve Kalkınma Konferansı” düzenleniyor, bu konferansla birlikte, nüfus ve sürdürülebilir kalkınma arasındaki ilişki yine uluslararası boyutta ele alınıyor. 1996’da İstanbul’da gerçekleştirilen “BM İnsan Yerleşimleri Konferansı – Habitat II”de ise sürdürülebilirlik kavramı ve insan yerleşimleri arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor (Tıraş, 2012). Buradan da görüldüğü üzere 1992 Rio Konferansı öncesinde yalnızca çevre ve çevre problemleri çerçevesinde ele alınılan sürdürülebilirlik kavramı, konferans sonrasında ekonomi ve toplumu da içine alacak şekilde, daha kapsayıcı bir şekilde tartışılmaya başlanıyor.

Sürdürülebilir kalkınmanın içeriğine ve çeşitliliğine dair tartışmaların derinleşmesiyle ilgili bir sonraki ve en önemli kilometretaşı olarak ise 2000 yılında gerçekleşen “BM Milenyum Zirvesi” gösteriliyor. New York’ta gerçekleştirilen bu zirve sonrasında açıklanan, 8 maddeden oluşan Binyıl Kalkınma Hedefleri – BKH (Millenium Development Goals), sürdürülebilirlik kavramına dair 2000 yılına kadar yürütülen tartışmaların bir yansıması niteliğinde.

Binyıl Kalkınma Hedeflerinin (BKH) yayınlanmasının ardından ilk gelişme, bu hedefler içerisinde yer verilmeyen özel sektörün rolüne dikkat çekilmesi ve BM’nin ve devletlerin özel sektörle ilişkilerinin geliştirmesi oluyor. Bu amaçla kurulan Global Compact’le birlikte BM ve iş dünyası arasında BKH temelinde işbirlikleri gerçekleşiyor. Ancak her ne kadar böylesi gelişmeler olumlu bir doğrultuya işaret ediyor olsa da hedeflerin kapsamının oldukça geniş ve uygulanabilirliğinin düşük olması zaman içerisinde tartışmaların artmasına sebep oluyor. Aynı zamanda hedeflerde kullanılan kavramlar ve ölçülme yöntemlerine dair eksiklikler (yoksulluğun gayrisafi milli hasıla temel alınarak hesaplanması gibi), yoksulluğun ana nedenlerinin dikkate alınmaması, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kalkınma arasındaki ilişkinin detaylı bir şekilde ele alınmaması, her ne kadar tüm ülkeleri hedefleyerek ortaya konduğu ifade edilse de yalnızca gelişmekte olan ülkeleri kapsaması gibi faktörler BKH’nin tekrar ele alınması gerektiğinin sinyallerini veriyor (Saith, 2006).

2015 – 2030 arası geçerli olacak Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (Sustainable Development Goals) de, 2012’de Rio’da gerçekleştirilen zirvede BKH’nin tartışmaya açılması ile ortaya koyuluyor. Hedeflerin belirlenmesi sürecinde BM hem az gelişmiş ülkelere, hem de özel sektöre danışıyor, hem de toplumsal cinsiyet eşitliği, sürdürülebilir kentler, ayrımcılıkla mücadele, insan hakları gibi konularda ekonomik göstergelerle birlikte hedeflere yer veriyor.

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, günümüzde küresel anlamda neredeyse tüm toplumsal grupların gündemine giriyor. Yaklaşık 50 yıldır hem küresel hem de bölgesel düzeyde birçok boyutuyla tartışılan kavram gittikçe daha da merkezi bir role sahip oluyor. Bu kavramın kilit bir rol oynadığına işaret ediyor ve tartışılmasının önemini ortaya koyuyor. Bu anlamda sürdürülebilirlik kavramının uzun bir süre daha yolculuğuna devam edeceği açıkça görülüyor.

Kaynakça:

Caraddona, J. (2014). From Concept to Movement. Sustainability, A History içinde. Oxford University Press.

Kuhlman, T., Farrington, J. (2010). What is Sustainability?, Sustainability, 2, 3436-3448.

Saith, A. (2006). From Universal Values to Millenium Development Goals: Lost in Translation, Development and Change, 37(6), 1167-1199.

SKD Türkiye. (2017). Sürdürülebilirlik Yolculuğumuz, 100 Maddede Sürdürülebilirlik Rehberi içinde.

Tıraş, H. H. (2012). Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre: Teorik Bir İnceleme. Danışma Kurulu/Advisory Board, 57.

İletişim

Tüm talepleriniz için bize ulaşın

Copyright 2024 © All rights Reserved. Design by Just242

08:30 – 18:00

0850 241 73 72